21 Nisan 2012 Cumartesi


KOYDUK MU?


Ne yalan söyliyim Mourinho reise olan sevgimden dolayı Real kazansın istiyordum gönlüme göre oldu. Ama gel gör ki istediğim gibi eze eze kıra döke bir galibiyetten ziyade kıçını yırta yırta oldu diyebiliriz.

Maç boyu klasik olarak top Barcelona’daydı. Bildiğimiz paslı oyununu oynamaya çalıştı barca. Bu maça özel olarak ise Real bu sene Barca’yı yenme başarısı gösteren diğer takımların yaptığı gibi iyi defansa ek olarak orta sahada özellikle 2-1den sonra “Allahınız kitabınız yok mu laayyn!” nidalarıyla yaptıkları kamikazevari ani presle galibiyete gittiler.Maçı izleyen 3. kişiler yani ne Barcelona’lı ne Real’li tayfa olan bizler içinse oyun biraz beklentilerin altında kaldı tabii, Mourinho reisin taktiği sayesinde. Ama reis de haklı. Geçen sene oynaya oynaya da yeneriz biz bunları panpa diye çıkıp 5 yedi herif. Bu kadar maç sonunda 2. galibiyetini aldı adam. (yazık lan bi yandan)


Yalnız bu maç Şampiyonun real olduğunu (bence) ilan derken olası Şampiyonlar Ligi finalinde ise Barca’nın küsküyü vereceğini de gösterdi.(yine bence)Zira Barca bu maç çok dağınıktı. Takım halinde manitadan ayrılmış gibiydiler. Kafalar bariz başka yerdeydi. 1-1 olduktan sonra mal gibi dalıp anında 2. Golü yemeleri de bunun bir göstergesi bence. Dediğim gibi olası bir Şampiyonlar Ligi finalinde affetmezler. Real’in öyle bir maçta bu oyunun üstüne biraz da futbol oynamayı denemesi gerekecektir bence.

Manitadan en büyük darbeyi ise Messi yemiş gibiydi. Maç sonunda hırsından dudaklarını yemesini görmek ise paha biçilmezdi. Yanlış anlaşılmasın hastasıyım kendisin de moruk biraz da kaybet hayatta her boku kazanma amk.

Bu maç sonrasında hafta içi muhabbeti açılırsa büyük ihtimal Hıncal Uluç kakalayacaktır kendisini belki de ona bozuluyodur bilemem ama hagaden bu maç çok fenaydı Messi.

Guardiola şıklığıyla en azından bizim hanımdan şukuyu kaptı. İnce kravat takım makım havan kime şerefsiz!

Yarın da bizim El clasico var.  Dur başlamışken bir iki satır da ona geçireyim. Muhtemelen futbol kalitesi yine yerlerde sürünecektir diye düşünüyorum. Normal sezonun (Süper final namk!) ilk maçındaki gibi bir Galatasaray beklemiyorum şahsen. Fenerbahçe’de muhtemelen o şekil olmayacaktır. Galatasaray biraz daha temkinli Fenerbahçe birazcık daha ölümüne modunda takılacak gibi. Sonucunda Galatasaray alırsa Şampiyon net belli olur. Fener alırsa iki takımın deplasmandaki Trabzon maçlarına bakar. (Beşiktaş maçlarından 6 puan çıkartacaktır Fenerbahçe diye düşünüyorum.) Bakalım bekleyip göreceğiz.Ulan bi Nuri felan da göreydik şu Elclassico’da. Seneye artık...

4 Nisan 2012 Çarşamba

KABIZLIK KADERİMİZ Mİ A DOSTLAR?


1993 yılında liseden mezun olduğum zaman (16 yaşında bitirdim liseyi o kadar moruklamadım yani) üniversite sınavı 2 aşamalıydı (öss-öys) sonra öys'yi attılar sonra geri koydular taktılar çıkardılar falan derken en az bi 18 kere sistem değişti.

Bugünlerde gazetelerde YGS sonrası muhabbet yine sistemin değişeceği yönünde. zaten anormal eğitim sistemimiz yüzünden ambele olan çocuklar bi de her sene değişen şartlara uyum sağlamak için çabalıyor. işin garibi büyük kısmı sağlıyor da (al sana evrim) ama bu arada uyum sağlayamayanlar arada kaynıyor. bu hafta sonu bi kardeşimiz stres yüzünden hayatını kaybetti. bir başkası sınava giderken panikten düşüp yaralandı. bir tanesi şeker hastası olduğu için kullanmak zorunda olduğu tıbbi cihazı kullanmasına izin veremeyeceklerini söyleyen yetkililer yüzünden sınava giremedi vs vs.

Şimdi diyorlar ki sınav sayısını 3'e çıkartalım stresi 3'e katlayalım... denemesi bedava nasılsa milyonlarca beleş denek var.

Aslında çok fazla kafa yormaya gerek yok. her bokta amerika'yı örnek gösteren memleket büyüklerimiz! üniversite sisteminde de bu ülkeyi örnek alıp sınavı kaldırabilirler. Öğrenciler lise mezuniyet ortalamalarıyla başvurdukları okullardan kendilerini kabul edenlere girerler. sınava girmek gibi salakça bir şey yüzünden de bir sürü gencin hayatını karartıp stresten saçlarını dökmelerine hayatlarını kaybetmelerine gerek kalmaz.

Dur hemen 'ama liselerin eğitim düzeyi aynı değil, bir liseden mezun olmak için kıçını yıtman gerekirken birinden elini kolunu sallaya mezun olabilir aşağı yukarı aynı ortalamaları tutturabilirsin. haksızlık olur' diye celallenme. ameriga isimli güzide memleket bunun da çözümünü düşünmüş spor bursu sanat bursu ot bok bursu diye bişiler bulmuş.

bu sayede de eğitim hayatında mesela bütün dersleri 10 olup da (ben 10'luk sistemden mezun olduğum için onu biliyorum) sosyal yaşamda tam bir kazma olan insan sayısını (örnek olarak eşimin gittiği ingilizce kursunda feminist deyince aklına akrep nalan, türk kadınının en büyük başarısı deyince azra akın'ın dünya güzeli seçilmesi gelen üniversiteli gençleri verebilirim.) bir nebze olsun azaltmışlar.

70 küsur milyonluk bir ülke olarak bu nüfusun çoğunluğunu sığırların oluşturması (ki aslında tam sığır olmayanların da ama az ama çok sığır olması da cabası. hepimiz biraz sığırız kısaca) bu sığırların yeni sığırlar yetiştirmesi döngüsü bu şekilde kırılabilir belki.

Böyle bir sistemin memlekete spor açısından kazandıracakları ise bi yirmi yıl sonra ülkemizin en azından 2-3 spor dalında dünyada ilk 5 içinde yer alması olacaktır kanaatimce. bildiğiniz üzere ülke olarak herhangi bir spor dalında dünyada ilk 5 içinde değiliz.(ata sporu denilen güreş dahil) ilk başta bunu kabızlığımıza bağlayabiliriz tabii ki ama kardeşim 1-2 3-5 derken bir milletin herhangi bir spor dalına yatkınlığı olmaz mı? bireysel olarak yeteneklerimiz var elbet ama sürekli kafaya oynayan bir nesli herhangi bir spor dalında yetiştiremedik maalesef. bu kafayla da nah yetiştiririz.

Ama belki bahsettiğimiz sistemle bunu başarabiliriz. belki değil hatta başarmışı var. amerika bunu bi şekilde başarmış halk olarak aşırı yetenekli olduklarını da düşünmüyorum en azından bu kadar fark olmamalı aramızda.

Sistem temelde basit; kendilerine başvuran öğrencilerin sportif ve sanatsal yetenekleri bu zamana kadar bu konuda gösterdikleri başarıları da not ortalamalarıyla değerlendiren okulların buna göre öğrenci seçmeleri,

milli eğitim ve spor bakanlığının ve federasyonların ortaklaşa (sanat kısmı için kültür bakanlığı olur ama konumuz spor) hareket ederek üniversiteler arası spor ligleri organize etmeleri,

bu organizasyonların kulüpler ve sponsorlar tarafından desteklenmesi ve buralarda hem üniversite okuyup hem de sportif açıdan gelişen öğrencilerin yeteneklerine göre kulüplere transferleri ve geleceklerinin şekillenmesi.

Bu şekilde kulüp bazında değil ülke bazında bir altyapı organizasyonu da sağlanmış olur. meşhur ajax alt yapısını ülkeye yayabiliriz ki sadece futbol değil her spor dalında bunu başarabiliriz.

aynısını sanat'a edebiyat'a uyarladığını düşün giderek başarıları seviyesi yükselen bir ülke haline gelmek hayal değil...

ama...

aması bunu yapacak adam lazım. yapmak isteyecek adam lazım. daha doğrusu aklına gelecek, yapmak isteyecek ve yapacak. maalesef spor bakanının ve milli eğitim bakanının, federasyon başkanlarımızın çok daha möhüm işleri olduğundan kelli bize yine hüsran bize yine hasret var...

1 Nisan 2012 Pazar

AYKUT KOCAMAN


bu sene ve aslında fenerbahçe'nin başında olduğu hersene kaybedilen her puanın sorumlusu net aykut kocaman bence. kusura bakmasın ama kadrosu gidenlere rağmen özellikle devre arasındaki sow takviyesiyle açık ara ligin en iyisi. misal galatasaray'ın yedek kulübesi patates. beşiktaş'ta komple bir kadro mühendisliği sıkıntısı var. trabzon'a hiç girmiyorum.

bu maç öncesi emre'yi kadro dışı bırakıyosun. tamam senin bileceğin iş vardır bi sebebi de stoch'la alıp veremediğin ne kanka? şu anda bizim takımda olsa fatih hocanın direk 11'e yazacağı adamı sen böyle harcarsan deplasmanda derbi nasıl kazanacaksın? aynısını allah razı olsun arena'da bizim maçta da yaptı (playoff'ta yapmazsan valla darılırım)

Hoş herşeye rağmen ilk yarıda maçı koparabilecek oyunu ortaya koydu fenerbahçe. bi şekilde şanssızlık beceriksizlik. (bu arada gol goldür bence. kural kitabı da bana katılıyo ama katılmasa da gol hacı. gerçi sow'un gereksiz bi hamlesi oldu ama durdu neticede) ikinci yarı direklerden dönenler tam kısmetsizlik. bu arada eğer fenerbahçeli olsaydım tam golün geldiği dakikada zevkten ölürdüm. lig tv'nin küfür yüzünden sesi kıstığı dakikanın akabinde geldi gol. küfüre de karşı değilim yanlış olmasın. futbol maçında rakibe sövülür. hemde çok eğlenceli sövülür. melodili küfürler eğlenceli de oluyo ama işte sen sövülen taraftaysan akabinde golü çaktın mı zevki bambaşka oluyo moruk. onu betimlemek istedim yazının bu kısmında.

trabzon'u hiç değerlendirmiycem. maçta sahaya yabancı madde hele bıçak atan taraftarın takımı kazanmasın zaten. sevinmesin o herif. beraberlik bile çok o dangalağa. (efendi gibi maçını izleyen adamlar konu dışı) (aynı şeyi bizim için de hiç düşünmeden söylerim kazanmayalım öyle maçı)

fırat aydınus ise eh işte bi maç yönetti. ilk yarıda burak'a selçuğun hareketi benim gözümde penaltı.

ulan daldık dallama spor yazarı gibi maç yazısı yazdık. neticede bence fenerbahçe'nin hakkıydı maç haa güzel olmadı mı oldu playoff için. trabzon'un bıçağı atan gerzek taraftarı sevinemedi fenerbahçe'de kazanamadı.

aykut kocaman bu kafayı değiştirmezse zor derbi kazanır deplasmanda. kazanırsa da bala kazanır açık net.

son olarak alex böyük futbolcu. her eve lazım.

en son olarak meşale serbest olsun bence sahaya atanın anası bellensin ama...

YEMİNİMİ BOZDUM ULAN!!!


'evde oturuyosun kendi kendine konuşuyosun yaz bari şuraya maç izlerken' diye çıkışınca hanım yazayım dedim. daha ağır kelimeler de kullanmış olabilir. zira kendisi aktif bi blogger olarak 210 kişinin bwni takip etmesine büyük kıl oluyo...

Neyse moruk neden bu kadar ara verdiğime gelince, neyini yazayım allasen derim. en son 2009'da meşhur sulu derbiden sonra yazmışım. bir futbol sever olarak 2009'dan bu yana futbolun zevki daha da artacağına daha da geriledi. nitekim geldiğimiz nokta ortada. bir takım şike iddiaları o iddialara verilen verilemeyen cevaplar. karşılıklı tiyatro oyunları, bu oyunlar arsında kafası karışan birbirine iyice bilenen taraftarlar. nesini yazacaksın ki bu oyunun. oyun lan bu! diyip geçiyorum ben belki sen de geçiyosundur da en dandirik futbolcunun yarım milyon kazandığı bir ortamda oyun lan bu deyip geçemiyo anladığım kadarıyla yönetici tayfası. en dandirik oyuncu yarım milyon kazanıyosa yönetici tayfasının kazandığı paraları düşünme.

e tabi haliyle herifler bunun savaşını veriyo. veriyo da bizi niye arada kaynatıyosunuz allahsızlar. 3 yıl yazmadım ben bu bloğa. 3 yılda ne değişti? beşiktaş'ın anasını belleyen adam türk futbolunun başına geçti. galatasaray bi virüsten kurtuldu ama şimdiki başkanın ne yöne ilerleyeceği hala soru işareti. fenerbahçe'yi yönetenlerin (sadece aziz yıldırım'a geydirmek olmaz haksızlık) 105 yıllık kulübü soktukları durum ortada (bana cemaat hökümet diye gelme kalbini kırarım. fenerbahçe için kırarım kalbini hemde. ben hayatımın en önemli derbi maçlarını bana yaşatan bu kulübü sokakta bulmadım kanka yedirmem öyle kolay kolay. cemaat deyip kulübün anasını belleyen adamları bi çırpıda kurtaracak bahanelere sığınmam hele o adamlar cemaatle kankabello vaziyetindeyseler... neyse...)

normal zamanlarda bu haftalar galatasaray'lı bizler için 'şampiyon olduk amk yemişim gerisini' haftalarıyken bi playoff garabetiyle futbol zevkimizin iyice anasını bellemeye kara verdiler. Ha bunu bir galatasaray'lı olarak yazınca ister istemez ' lan totoş geride olsan playoff negzel derdin ne kıvırıyosun' diyecekler çıkacaktır allah için de haklı olacaklardır zira o takdirde mutlu mesut olacaktım yalan yok.

ama benim derdim hepsini geçtim futbola bakış açısının iyice boka sarmasıyla. memleket sığır üretim merkezi halinde biliyosunuz. sadece futbol değil hayatın her alanında sığır üretiliyo. trafik de okulda iş hayatında yolda sokakta parkta bahçede sığır kaynıyo. sistematik bir sığırlaştırma var.

bizim millet koyun diye üzülenlere bir müjdem var; artık milletçe sığırız. bir baş büyüdük. dün orduspor maçında tribünde arkamda bulunan bir sığır maçın 20. dakikasında selçuk inan'ın mesela anasının kulaklarını zevkle çınlatıyosa istersek bütün yıl playoff oynayalım zaten bizim futbolun fişi çekilmiş.

uefa'nın bize kaç yıl ceza vereceğinin dillendirildiği şu günlerde ben de herkes gibi olur mu öyle 5 yıl ceza soruşturmaya adı karışmamış kulüplerin ne günahı var diyordum.

şimdi düşünüyorum da. 5 yıl iyi 5 yıl güzel. belki bu süre de futbolun gerçek değerini bulmasıyla bir takım kulüplerin üzerinden nemalanan dallamasyonlardan kurutuluruz. hem yönetici bazında hem taraftar bazında hem de futbolcu bazında.

belki bu 5 yılda zaten avrupa yok diye kulüpler anlamsız pahalı transferleri bırakıp alt yapılarına döner. alt yapılardan belki adamlar yetişir. anadolu kulüplerinin yılda 3 maç oynayan fason futbolcularına milyon dolarlar vermek yerine alt yapıdan adamlara yahut yurtdışından gelen genç futbolculara yer verilir takımlarda. büyük takımların kadorunu sadece adıyla işgal eden adamlardan kurtuluruz. tribünlerdeki rantçı ve en ufak hatada futbolcuya sövme hakkını elinde bulunduran aslında futboldan zerre anlamayn ve hoşlanmayan, rakiple maç sonunda ufak ufak dalga geçmek yerine kafasını kırmayı tercih eden heriflerden de kurtuluruz. belki tribünler yarı yarıya olur yeniden. endüstriyel futbol denilen zikten kurtuluruz belki (gerçi onun da hakkını versek belki güzel bişidir de türk işi endüstriyel futbol anca bu kadar oluyo)

kısaca hacım yazmıyosun yazmıyosun diyodun bak ne oldi?

yok bu olmadı... yani aslında oldu. yazdım da ne oldu amk. playoff'da da yazıcam. 6 hafta üst üste derbi var lan nereye yazmıyosun.

allahtan dileğim bari bu 6 hafta futbol zevkimiz artsın bi de arkadaş bu kulüpleri yöneten arkadaşlardan ricam biletix denen dallama şirketi bi uyarın adam gibi bilet satsınlar. siz de lütfen maç günü stad gişelerinde 2-3 tanesini açıp insanları perişan etmeyin. bari bunu becerin.

öptüm kib bye


29 Ekim 2009 Perşembe

ERİKLİ YÜZYILIN DERBİSİ


Tam da maçtan önce yazdığım gibi oldu derbi ve sonunda tam da o yazıda dediğim gibi fatura futbolculara ve taraftarlara yöneldi. Zaten olayın vehametinin farkında olmayan taraftarların birbirlerine "Ağlamayın lan..." "Mor menekşeler!" "Saraçoğlu teröristleri!" "Suyu siz attınız!" "Hayır siz attınız!" gibi argümanlarla saldırmalarıyla yine olayların gerçek faillerini es geçtik... Hayırlı olsun... Bundan böyle benim nacizane bir önerim var. Hayır hayır bu maçların saha kapatma cezası bir sonraki derbide kesilsin türünden bir öneri değil. Biliyorsunuz Fortis Türkiye Kupası artık Ziraat Türkiye Kupası oldu, süper lig zaten Turkcell Süper Lig... Madem biz derbilerde su bardaklarından şişelerden kurtulamıyoruz o zaman bunu da paraya çevirsin kulüpler. Bir su firması derbilere sponsor olsun Erikli Yüzyılın Derbisi veya Saka Derbilerin Derbisi gibi...

HAKEMLER..

Sizi Bilmiyorum ama ben hakemler sıkıldım. Zaten çok sevimsizler bu yetmezmiş gibi bir de beceriksizler yahu. Hadi sevimsiz oldun bari işini iyi yap da diyelim ki "Hacı adam iyi yönetiyo maçları..." Ya da tam tersi "Yaaa çok boktan hakem ama çok tatlı herif yaa yanaklarını sıkıcam.." diyebilelim. Bakıyorum hiçbirisi değil bu adamlar. O kadar eğitim alıyorlar, seminerlere gidiyorlar; mesela devre arasında yine Antalya'da yiyecekler içecekler maçları tekrardan izleyecekler, otel lobisinde okey oynayıp açık büfenin balını emecekler sonra maçlara çıkıp yine saçmalayacaklar. Bence 6 hakem mi 4 hakem mi tartışması bizim ülkemizde hiç hakem'e dönmeli. Böylece futbolcular bizim mahalle maçlarındaki gibi biraz itişirler biraz kakışırlar ama bir şekilde orta yol bulurlar. Kimse de kararlardan şikayet etmez. Hatta belki 3 korner 1 penaltıya geçilir falan o sorun da ortadan kalkar. Uluslararası müsabakalarda ne yapacağız o zaman morukcum derseniz; zaten gidemiyoruz ki be anam derim...

YILMAZ VURAL..

Yıllardır bu adamı ekranlardan takip ederim. Yılmaz hoca saha kenarında kendini yerden yere atar, futbolcunun kıçına şakacıktan vurur gol olunca stadda şeref turuna çıkar falan ama hepsinden önemlisi Yılmaz Vural yıllardır "Bana Fener'i verseniz ilk hafta şampiyon yaparın, Kartal'ı uçururum Cimbom'la Avrupa'nın ağzını kırarım!." der de kimse de hocaya büyük takım emanet etmez. Geçen akşam NTV'de ki programda Yılmaz Hoca "Milli Takım Teknik Direktörlüğü'ne adayım" dedi. "Avrupalı bizden anlamaz biz ülke içindeki durumlara göre motive oluruz" dedi. "Hakan Şükür'ü basketbolculuktan futbolculuğa geçirdim dünyaca ünlü futbolcu da yetiştirdim yani daha ne" dedi. Düşündüm, bence adama bir şans verilmeli. Sırf bu görev aşkı bu tutkusu için verilmeli. Sonuçta Yılmaz Vural sokaktan geçen herhangi biri değil. Almanya'da Daum'la aynı akademiye gitmiş (Yanlış hatırlamıyorsam... Yada başka bir yabancı hoca da olabilir) Antreman tekniklerini bilen, taktikten anlayan, e motivasyon desen Fatih Terim'den hiçde aşağı kalmaz bir hoca. O zaman verelim Milli Takım'ı Yılmaz Hoca'ya ne kadar kötü olabilir ki? Zaten Dünya Kupası'na gidememişiz en fazla Yılmaz Hoca'yla 2012 Avrupa Şampiyonası'na gidemeyiz olur biter. Zamanında Tınaz Tırpan'ın Milli Takım hocalığı yaptığı bir ülkede Yılmaz Vural bu görevi çoktan haketmiştir. Arkandayım Yılmaz Hoca! Batarsak bir de seninle batalım...


18 Ekim 2009 Pazar

İŞTE BUNU İSTİYORUM...

Yaşım 32, ilk defa bir futbol maçını izlediğimde 4 yada 5 yaşlarındaydım. Seksenlerin henüz başlarıydı. darbe sonrası birşeylerin yeniden şekillenmeye (yada şekilli şeylerin şekillerinin bozulmaya..) başladığı yıllardı. O zamanlar 3 büyükler derbileri İnönü Stadında oynarlardı. Gerçi bu zaten yeni bir bilgi değil ama tekrar hatırlamakta sakınca yok. O zaman tribünler yarı yarıya paylaşılır yüzde 5 saçmalığı yüzünden bir çok taraftar takımını izlemek için televizyona, kahvehane ve barlara bir sürü para bayılmazdı. Zaten televizyonun paralı olması gibi bir durum da yoktu. Maçlar açık kanaldan ki zaten elde bir kanal vardı, naklen yayınlanırdı. Yine de ben tribünlerde büyük boşlukların olduğu derbi maç hatırlamam. Üstelik güvenlik önlemleri asla şimdiki kadar çok değildi. Şimdinin belki de 5'te 6'da biri kadar polis gelirdi de yeter artardı bile. En fazla kapalı tribünün ortasını kapmak için sabahın erken saatlerinde tribünlerin marjinal grupları arasında olaylar olurdu. Kapalı ortası gibi hırsları olmayan normal vatandaşlar insan gibi gider izlerdi maçını. Başına da birşey gelmezdi. Şimdi o maçların bazılarına nostalji adı altında televizyonda denk gelince kendi kendime demek ki futbolu daha çok seviyormuşuz diyorum. Artık maçlar kapalı kanaldan parayla verilmesine ve o parayı düzenli olarak verecek insan sayısı az olmasına rağmen tribünler boş kalıyor. Neden acaba?

Futbolun içini boşaltıp bir takım para babalarının güç ve iktidar kaynağı haline getirdiğimiz için olmasın? Tamam her zaman futbol kulüplerinin özellikle de 3 büyüklerin başında olmak bir prestij bir güç unsuruydu ama hiç bir zaman bugünkü kadar iktidar partisi liderliği seviyesine gelememişti.

Bugün futbol sömürülüyor her kesim tarafından. Televizyonlar, gazeteler, kulüp başkanları, köşe yazarları, sponsorlar, futbolu yöneten yerel ve uluslararası kurumlar tarafından. Pasta o kadar büyüdü ve büyütüldü ki bu oyunu sevmemizi sağlayan oyuncular çok büyük sorumluluklar yüklenir hale geldiler. Hatta neredeyse bütün sorumlulukları onlara yükledi futbolun egemen güçleri. Bu sorumluluğun karşılığında da sus payı olarak büyük paralar ve şöhret kazandılar. Ama elde edilen para ve şöhret yaşadıkları stresi karşılamaya yetmiyor maalesef artık. İnsan bünyesi bir yere kadar kaldırabiliyor bu ağır yükü. Bunun sonucunda da saha içinde, istedikleri kadar maç öncesi iyi niyetli konuşmalar yapsınlar, birbirinden sevimsiz 22 adam futbol oynuyor. Birbirlerine çok sinirlenip ana avrat sövüyorlar. Rakiplerine acımasızca fauller yapıp, hakemi kandırmaya yönelik hareketlerle başarıyı çalmaya çalışıyorlar. Birçok pozisyonda birbirlerini itekleyip hatta dövmeye kalkıyorlar.

Çünkü onlardan bu kadar büyük paraların döndüğü bir piyasa da aldıkları paranın karşılığında sadece mutlak başarı isteniyor. Nasıl olursa olsun başarı... İstersen penaltı çal, istersen kol bacak kır. Vur kır parçala bu maçı kazan! Tribündeki bizler de sistemli bir şekilde zamanla bu çarkın içine dahil edildiğimiz için artık biz de bunu istiyoruz onlardan.. Ka-za-na-cak-sı-nız! O kadar!

Sahada güzel oynamanızın bizim için hiçbir önemi yok. Güzel bir topuk pasının, harika bir akının, süper bir kurtarışın, nefis bir şutun maçı kaybettiğiniz sürece hiç bir önemi yok. Maçın en güzel golünü atabilirsiniz ama kendi kalenize gol olmasına sebeb olursanız sizden nefret ederiz! İstersen 10 tane yüzdeyüz gol kurtar ama hatalı yediğin bir gol yüzünden maçı kaybedersek hiç kusura bakma ana avrat söveriz!

Önümüzdeki pazar Türk futbolunun (Beşiktaş'lı arkadaşlar kusura bakmasın) önem düzeyi en yüksek maçı oynanacak. Hem tarihsel hem de şu andaki lig tablosu açısından. Bütün hafta basında takip edeceksiniz. Bir takım adamlar çıkıp yalancıktan maçla ilgili taraftarlara, oyunculara yönelik iyi niyet mesajları verecek. Başkanlar taraftarları sakinliğe ve centilmenliğe davet edecek. Futbolcular belki ortak röportajlar verecek. Pazar akşamı saat 20'de ise hiçbirşey değişmeyecek. Sonrasında yine taraftarlara futbolculara yönelik eleştiriler kınama yazıları düzülecek. Eğer olur da tersi çıkar hiç bir olay olmazsa bu sefer birbilerine övgüler düzecekler.

Ama kimse de çıkıp bu tribünler bu futbolcular bu hale nasıl geldi diye sormayacak. Nasılsa suçlu belli; ahlak ve eğitimden yoksun futbolcular ve onların peşindeki cahil halk!

Çıkıp sorsan 10 taraftardan 5'i tribünler eskiye dönsün der. Ama artık çok geç. Ne tribünler yarı yarıya bölünebilir bundan sonra ne futbolcular Metin ve Can'ın naifliğine ve efendiliğine bürünebilir...
Bundan gayrı bu tür istekler çocukça bir hayal olmaktan öteye gidemeyecek maalesef...

Herkes için güzel bir derbi dileğiyle... Çok şey mi istiyorum...


7 Ekim 2009 Çarşamba

FUTBOL TOPLUM İÇİN MİDİR FUTBOL İÇİN MİDİR?

Futbolu çok seviyorum... Hastasıyım hatta... Yapmayı beceremediğim onlarca spor arasından izlemeyi en çok sevdiğim spor yada oyun... Hatta daha çok oyun... Neden seviyorum? Bir kere basit bir oyun. Kuralları belli, alanı belli ve oyuncu olmasan da izlemesi zevkli yorum yapmaya açık. Mesela atıyorum satrançta bir oyun ama yoruma o kadar açık değil üstelik basit hiç değil, oynamayı beceremeyenlere söz hakkı vermeyecek kadar kapalı, bilgiye muhtaç... Mutlaka zevk alacak vardır ama bana göre zevkli de değil. Futbol başka, futbol bizden, futbol basit. Sadece oynamayı bilenlere değil bilmeyenlere, beceremeyenlere yada başka bir deyişle sadece düşüncesi güzelllere de açık. O yüzden seviyorum. Futbol seven her adam gibi bir takım da tutuyorum; Galatasaray... Babam da Abim de Galatasaray'lı ama aileden değil kalpten gelen bir Galatasaray'lılığım var. Sarı-Kırmızı'yı ilk gördüğüm gün(en çok da kırmızıyı aslında) Galatasaray'lı oldum. Ama Galatasaray sevgisi ayrı ben futbolu seviyorum hocam... O yüzden oturup izliyorum alakalı alakasız maçları denk gelince. Güzel bir oyun güzel bir hareket görünce seviniyorum. Kameralar tribünlerdeki bir şovu gösterince seviniyorum. "Aa negzel kareografi yapmışlar" "Ohaa amma meşale yaktılar" diye kendi kendime konuşuyorum. O yüzden geçtiğimiz hafta sonundan bu yana spor programlarını izleyince ülkeden de spor basınından da soğudum. Mesele belli fotoğrafdan da anlaşılacağı üzerine. Frank Rijkaard... Bir açıyorum Rıdvan Dilmen B planı yok diyor, bir açıyorum Erman Toroğlu ben dediydim diyor... Beriki neredeyse zil takıp oynayacak. Öbürü hemen gitsin diyor. "Go Home" diye yazı yazıyor...

"Lan oğlum bi dur!" derler adama... Ne geldiyse başımıza bugüne kadar bu tez canlılıktan bu panikle sağa sola koşturmaktan gelmedi mi zaten? Bi sakin... Sadece futbol değil... 2001 krizi sonrası milletçe öyle bir panik yaptık ki AKP iktidar oldu ülkede... Zaten 2001 krizi dolayısıyla alınan tedbirler meyvelerini de onların iktidarında verince iyice yerleşmediler mi koltuğa? Sanki AKP değil ZÖKAPÖ olsaydı iktidar ekonomi düzelmeyecek miydi? Ama işte panik bak nerelerdeyiz şimdi.

Frank Rijkaard'a futbol cahili diyemem diyor büyük üstad Hıncal Uluç. Hocam deseydin bence dedim yazısını okuduktan sonra, deseydin hiç olmazsa bir mantığı olurdu. Geçen sene 5. olmuş bir Galatasaray var önümüzde. Ve karmakarışık futbol felsefeleri arasında sistemsizlikle bitirilmiş bir lig. Şimdi bir adam gelmiş kendi futbol felsefesini ve sistemini yerleştirme çabasında. Darmadağınık gardrobu düzenlemeye kalksan 1 gün sürüyo ne yapsan kabul edecek kazaklarla. Burda elimizde kendi yargıları düşünceleri alışkanlıkları ve kişilikleriyle bir takım dolusu adam var... Rijkaard bu adamların önce yargılarını alışkanlıklarını kıracak, kafalarındakini silecek, sonra kendi kafasındakileri onlara aktaracak sonra o aktardıklarını becermelerini bekleyecek. Bildiğin hasat yani. Sen adama tarla veriyosun bana mısır üret burda diyosun 2 hafta sonra "Hani lan mısır?" diye geliyosun lan bi dur! Bu adam Barcelona'da (yok anam öyle herkes başarılı olamıyo baştan söyliyim) 2 sene sonra şampiyon oldu. Onun oturttuğu sistemle (Gerçi sadece o dersek biraz haksızlık etmiş oluruz Van Gaal'e ve Crujyf'a) geçen sene Barcelona ortalığı sildi süpürdü. Real keyiften 250 milyon euro harcamadı transfere. Ve o Barcelona'nın sadece A planı vardı hocam. Dedim ya futbol çok basit oyun. Öyle 38 tane plana da ihtiyacın yok. Sadece adam gibi uyguladığın bir plan yeter de artar bile.

Ama burası Türkiye. Burda herkesin zaten A,B,C,D,E planları var. İşletme okuyup ressamlık yapan adamlar ülkesi burası. (Ben dahil) O yüzden kesmiyo galiba sadece A planı bizi. Bu yüzden zor Rijkaard'ın işi umarım yönetim bu kez gerçekten arkasında durur da biz de hiç olmazsa orjinal Barcelona olmasa bile çakma Barcelona izleriz tribünden. Ona da razıyız yıllarca çakma Lacoste giymedik mi zaten?

Sonuçta futbol toplum içindir. Sadece içinde bulunduğun şartlara ve gerçeklere göre oynayamazsın. Azıcık göze hoş gelen futbol da oynamalısın ve bunun için de Frank Rijkaard ve onun gibilere ihtiyacımız var ülke olarak. Bu yüzden "Don't Go Home" Rijkaard...